25 Mart 2019 Pazartesi

DÜŞÜNCE VE GÖRÜŞ PENCEREMDEN SESLENİŞLER-42: AKILLI KENT DÖNÜŞÜMLERİNDE KATILIMLI YAKLAŞIM ve ‘AKILLI VATANDAŞ’ TANIMI DA OLMALIDIR

DÜŞÜNCE VE GÖRÜŞ PENCEREMDEN SESLENİŞLER-42
AKILLI KENT DÖNÜŞÜMLERİNDE KATILIMLI YAKLAŞIM ve ‘AKILLI VATANDAŞ’ TANIMI DA OLMALIDIR
I)AKILLI KENTLER ÜZERİNE İKİ ORGANİZASYON

1-İBB 4-Uluslar arası Akıllı Şehirler Kongresi 

13-14 Mart 2019 tarihlerinde İ.B.Belediyesi tarafından 4.ULUSLARARASI AKILLI ŞEHİRLER KONFERANSI (World Cities Congress İstanbul’19) Yenikapı-Avrasya Gösteri ve Sanat Merkezinde gerçekleşmiştir. İnternet ortamındaki haberlerden;12 ülkeden katılım olduğu,120 kentin temsil edildiği,64 yerli yabancı konuşmacının katıldığı kongrede konuşmaların, 250 kişi tarafından izlendiği ve konuşmalarda ağırlıklı olarak, AKILLI KENT DÖNÜŞÜMLERİ üzerinde durulduğu belirtilmiştir. 

Kongreye, çeşitli ülkelerden, konularında uzman yabancı konuşmacılar da davet edilmiştir. Renato de Castro (İtalya),Dr.Jonathan Reichental,Gil Penalosa (Kanada),Hitachi Cto (ABD San Francisco),Jae Mather (Kanada –Vancouver),Javier Goyeneche (İspanya-Madrid),Carol c.Stimmel (ABD-Boston), Frans-Anton Vermast(Hollanda-Amsterdam),Antoine Claude pierre (Fransa-Paris) gibi yabancı konuşmacılar zengin deneyimleri ve görüşleriyle kuşkusuz Kongreye önemli katkıla bulunmuşlardır. 


Dört yıldır İ.B.Belediyesi tarafından, çok sayıda sponsor firma ve kuruluşun desteklediği ULUSLAR ARASI AKILLI KENT KONFERANSLARI bu yıl da; dünyada ve Türkiye’de akıllı kent dönüşümlerine öncülük eden yerli ve yabancı firmaların geliştirdikleri yeni nesil akıllı sistemlerin tanıtıldığını ve geleceğin teknolojik sistemlerine ilişkin fikirlerin, projelerin ve tasarımların konuşulduğunu, genelinde ağırlıklı olarak Akıllı kent Dönüşümleri konusunun ele alındığı ayni kaynaktan öğrenilmiştir. Ayrıca düzenleme programı içinde ‘Akıllı Şehir Fikir ve Proje Yarışması’ da yapılmıştır. Kongrenin kapanış konuşmasında İBB Genel Sekreteri de; ‘Geleceğin şehirlerinin temeli bu kongrede atılacaktır’ demiştir.

İ.B.Belediyesi’nin dört yıldır organize ettiği ve konularında uzmanları buluşturan ULUSLAR ARASI AKILLI ŞEHİRLER KONGRELERİ düzenlenmesini çok olumlu buluyorum. Yararlı bir platform oluşturan bu organizasyonlarda akıllı kentler konusunda çok yönlü ve önemli birikimler elde edildiğini düşünüyorum. İ.B.Belediyesi, çok destekli ve dünyadan akıllı kentler konusunda uzman kişilerin de yer aldığı bu platformda ortaya konan birikimleri, bilimsel değerlendirmelere fırsat verecek şekilde yayınlayacağını bekliyor ve umuyorum. Ancak (yanılıyor da olabilirim), organizasyonlarda herhangi bir akademik işbirliği yapılmadığını (en azından son kongre düzenlemesinde) programlardan anlıyorum. Oysa böyle önemli uluslararası katılımlı kongre sonuçlarının, bilimsel olarak değerlendirilmesinde akademik ortam işbirliğine gereksinim olduğunu düşünüyorum. Kongrelerde tartışılan konularda sonuçların bilimsel alamda analiz edilmesinde, üniversite araştırma gücünün devreye girmesini doğru buluyorum. Dolayısıyla kongrelerde, hiç olmazsa bu amaçla gözlemci olarak, akademik ortamdan kurumsal katılım olmasının, işbirliği yapılmasının yararına inanıyorum. Çünkü kongreler ve sair tartışma platformları bana göre, bir tür laboratuar ortamı oluşturmaktadır. Kim bilir belki de bu eksiklik, bu konunun henüz dar bir akademik alan oluşturmasından kaynaklanmakta(mı?)dır. Ama ne olursa olsun, bilişim ve teknoloji endüstrisinin üniversite işbirliğine acilen gereksinimi bulunduğuna da inanıyorum. 


2-MSGSÜ-27.Kentsel Tasarım ve Uygulamalar Sempozyumu:
Akıllı Kentler, Geleceğin Toplumu ve Kentsel Tasarım Sempozyumu.

Bu çerçevede M.S.G.S. Üniversitesi’nde 23-24 Mayıs 2019 tarihlerinde Şehir ve Bölge Planlama Bölümü-Kentsel Tasarım Bilim Dalı tarafından, 27.Kentsel Tasarım ve Uygulamalar Sempozyumu yapılacağı duyurulmuştur. Programda, Sempozyum konusu; 
“GELECEĞİN KENTİNİ TASARLAMAK: AKILLI KENTLER, GELECEĞİN TOPLUMU ve KENTSEL TASARIM” olarak belirtilmiştir. Duyuru metninde yer alan açıklamada;
“Kentsel sorunlara çözüm oluştururken özellikle sınırlı kaynakları daha verimli kullanmamızı sağlayacak akıllı kent teknolojilerinden, toplumsal katılımı bütünleştirici bir sürece çekmeye çalışan kapsayıcı yaklaşımlara; mekâna yönelik analiz çalışmalarından, yeni teknolojilerin uygulanmasına kadar geleceğin kentlerine ilişkin geçmişte geliştirilmiş pek çok vizyonu içinde bulunduğumuz yüzyılda yaşamaya başladık” denilmektedir.
Tartışılması istenen temalar olarak ta; (Akıllı kentler, Akıllı şehircilik)-(Geleceğin toplumu ve değişen ihtiyaçlar)-(Kentsel tasarımda yeni teknolojiler)-(Kentsel miras ve akıllı teknolojiler)-(Çevresel adaletin sağlanmasında akıllı teknolojiler)-(Akıllı kentler, doğa ve insan ilişkisi)-(Kentsel altyapı tasarımında akıllı uygulamalar)-(Katılımda akıllı uygulamalar ve e-yönetişim)-(Akıllı kentler ve yurttaş olmak)-(Geçmişten geleceğe bakmak: ütopya ve distopya) olarak belirlenmiştir.
Sempozyum; şehir planlama, kentsel tasarım, mimarlık, peyzaj mimarlığı, mühendislik, sosyoloji, felsefe, arkeoloji gibi ilgili tüm disiplinlere açık olduğu belirtilmiştir. Ayrıca bir Atölye çalışması da planlanmıştır.
Ne var ki uzun yıllar süregelen ve bir entelektüel çevre oluşturan bu Sempozyumun oluşturduğu platformda da, kamu-Özel sektör ve akademik işbirliği bağlamında ne teknoloji sağlayıcıları, firmaları ve ne de yerel yönetimlerden herhangi bir kamu kuruluşu ya da kurumu ile işbirliği olmadığı anlaşılmaktadır. Bunu da bir eksiklik olarak görüyorum.

Ve bir Yorum

2013 yılında İstanbul’da birisi MSGSÜ de 23.Kentsel Tasarım ve Uygulamalar Sempozyumu yapıldığında, kısa aralarla GYODER Kongresi ve Emlak 2013 Fuarı toplantısı olmak üzere, üç ayrı bağımsız toplantı peş peşe yapılmıştır. Ele alınan konular aslında bir iş birliği gerektirdiği halde ne üniversite ne de diğerleri, kamu-özel sektör ve üniversite işbirliği bağlamında bir bağlantı içinde olmamış, her bir toplantı kendi ortamında yapılmıştır. O zaman bu duruma bir tepki olarak yazdığım makalede; Kamu-Özel sektör ve Üniversitenin, gelişmiş ülkelerde olduğu gibi işbirliği yapmasını ve oluşan entelektüel birikim ve üretimden yararlanılarak, birlikte çözüm üretilmesini konu yapmış, yakınmıştım. Ne yazık ki, günümüzde de bu eksikliğin devam ettiğini görüyorum.
x x x
II) AKILLI KENT DÖNÜŞÜMLERİNDE,KATILIMLI YAKLAŞIM ve ‘AKILLI VATANDAŞ’ TANIMI DA OLMALIDIR
Önceki “Penceremden Seslenişler”(34)(35)(37) yazılarımda Akıllı Kent-Akıllı Şehircilik üzerine bilgi, düşünce ve görüşlerimi aktarmıştım.
Dijital temelli devrimin, günlük yaşantımızda getirdiği yenilikler, değişimler ve kolaylıkların, kente ve kentsel hizmetlerin rasyonelleşmesi ve verimliliğin artırılması, çevresel sorunların denetlenmesi, ölçümlenmesi ve yönetilmesi olarak yansıyan sonuçları üzerinden, Akıllı Kent ve Akıllı şehircilik olgusu ve kavramları üzerinde durmuş bilgi ve görüşlerimi paylaşmıştım.
Bu açıklamalarda, Akıllı Kent ve Akıllı Şehircilik bağlamında enerji-su-atıklar-kamu güvenliği-sağlık hizmetleri-eğitim-ulaşım-vatandaş hizmetleri olarak yaşam kalitesinin iyileştirilmesi, yükseltilmesi-kent işlevlerinin geliştirilmesi-ekonomik büyümenin sağlanması gibi hizmetler, ana konular olarak belirtmiştim. Günümüzde dijital temelli devrimin ürünü olan Akıllı Kent ve Akıllı Şehircilik uygulamaları için devlet katkısının da kaçınılmaz olduğunu kaydetmiştim. Bu amaçla da akıllı kent politikaları ve stratejileri oluşturulmasının gerekli olduğunu ve başarı elde edebilmek için de kent bütününde bu dijitalleşmeyi yönlendirecek “ Akıllı Kent Mastır Planları” yapılmasının kaçınılmaz olduğunu açıklamış ve uygulamalarda “Akıllı Politikalar ve Stratejiler” konusunun önemine dikkat çekmiştim.
Bu konularda önceki sayfalarda yazdıklarımın ardından, Birleşmiş Milletler Kalkınma ve Teknoloji Komisyonunun ‘Akıllı Kentler ve Altyapı’ raporu için uzman Riok Robinson’un 2016 yılında hazırladığı kişisel raporda yazdıklarından, kentin dijitalleşmesi bağlamında anlatımlardan bazı hususları paylaşmayı uygun buldum. 


Riok Robinson, “Akıllı Kent” fikrinin 1996’lı yıllarda belirdiğini ve aradan geçen çeyrek asra yakın zamandan bu yana yüksek profilli projeler ve çok fazla ilgiye rağmen henüz Akıllı kent fikri üzerinde, yerleşmeler-bölge-topluluk olarak, çok başarılı bir sonuç da ortaya çıkmadığını belirtmektedir.
Akıllı Kentin amacının, bir teknoloji trendi olmadığını, fakat ekonomik-sosyal ve çevreye ilişkin gelişmeler için teknolojiye yatırım yapmak şeklinde, ekonomik ve politik bir zorunluluk olduğunu belirtmektedir. Bunu da, bugün toplum olarak karşılaştığımız riskler karşısında zorunlu bir mücadele olarak yorumlamaktadır. Çünkü küreselleşme, kentleşme ve büyümenin yarattığı talepler, mevcut kaynakların kullanımını, bu kaynakların yok olması tehlikesini yaratmaktadır. Dolayısıyla o zaman devletin-kent yönetimlerinin-yerel otoritelerin bu tehlikelere karşı, sorunların çözümü için en güçlü araç olarak dijital teknolojilere yapılacak yatırımların yönlendirilmesi, bunun için politikalar üretilmesi ve diğer önlemlerin alınması konusunda acil bir siyasi tartışma ortamın yaratılması gerektiğini belirtmektedir.
Ama ne yazık ki, bunun için finansman ve yatırım politikaları oluşturulması konusunda gerekli mücadele yapılmadığını, yenilikler ve iyileştirme planlarının arkasında teknoloji ve mühendislik çözümlerinin, sürdürülemediğini göstererek, akıllı kentlere teknolojilerin yatırımını şekillendirecek politikaların gereği şekilde desteklenmediğini yazmıştır. Politikaların değişmezliğini ve akıllı kentlerin gereksinim duyduğu yatırımların gerektiği gibi yapılamadığını açıklamıştır.

Diğer yandan, akıllı kent tartışmalarında kentlilerin, sıradan insanların asıl konunun farkında olmadığını, sadece dinleyici durumunda kaldığını, yani burada katılımın eksik olduğunu belirtmiştir. Bu gelişmeler çerçevesinde, ‘akıllı altyapı’ gibi ‘akıllı vatandaş Tanımı’nın yapılmasının önemini ve gereğini belirtmiştir. Bu açıklamaların ardından, bir sosyal öğrenme bağlamında bu bilgileri ve aynı zamanda aşağıdaki özet çıkarımları paylaşmak istedim.

AKILLI KENT ÜZERİNE ÖNCEKİ YAZILARIMDAN
BAZI ÇIKARIMLAR

Dijital devrimle birlikte akıllı telefonun yaşamımıza girmesinden itibaren, büyük bir hızla gelişen dijital teknolojiler- kent teknolojileri, insanların yaşam çevrelerini değiştirerek yaşam alanlarında akıllı dönüşümler getirmiştir. Günümüzde kentlerin sorunlarının ele alınmasında evrensel bir çözüm olarak görülen akıllı kent literatüre girmiş, çeşitli disiplin alanlarında da kullanılmaya başlanmıştır. Dolayısıyla akıllı kent söylemine, ifade ve kavram olarak bir karşı duruş da olsa, bu ifade ile yeni bir tanım doğmuştur. Akıllı kent olgusu, akıllı sürdürülebilir toplulukları besleyen, kentlerin geleceğine ışık tutan bir yaklaşım olarak yorumlanmıştır. Bir başka şekilde söylenirse; sürdürülebilirlik ve akıllı kent ilişkisi içinde çevresel, ekonomik, kültürel boyutlarda yeni bir tanım ortaya çıkmıştır.Dolayısıyla akıllı kent ifadesinden; bazı akıllı sistemlerin-cihazların kullanıldığı, yararlanıldığı bir kent anlaşılmalıdır.Önceki Facebook sayfalarımda dijital teknolojilerin ortaya çıkarttığı akıllı kentler konusunda yazdıklarımdan,tanımlama ve beklentilere ilişkin çıkarımlar olarak aşağıdaki özeti veriyorum.


Akıllı kent yaklaşımı ne sağlamaktadır?
-Dijital teknolojiler desteğinde, yapıların, mahallelerin, yeniden inşa edilmesini sağlamaktadır.
-Özellikle çevre kirliliği için etkili kilit görevi yerine getirmektedir.
- Bir yenilik olarak, denetim altında tüm ülkeye yayıldığında, akıllı verimliliği artıran, halkla bilgi paylaşan, devlet hizmetlerinin niteliğini, vatandaşların refahını artıran etkiler için bilgi ve iletişim teknolojilerinin kullanılmasını sağlamaktadır.
Akıllı kent yaklaşımı nasıl olmalı,ne yapılmalıdır?
-Dijital dönüşüm bağlamında bir devlet vizyonu ve politikası olmalıdır. Akıllı kent politikaları öncelikle oluşturulmalıdır.
-Seçilen çözüm yollarının etkin şekilde bütünleşmesini sağlamak için de Akıllı kent mastır planı yapılmalıdır. Bu plan aslında yönetimlerin, halkına başarılı şekilde sosyal- ekonomik başarı sağlanabileceğini gösteren proaktif bir yöntem oluşturmaktadır ve yaşam alanlarını iyileştirecek, akıllı cihazlarla geliştirip uygulayarak birimleri birbirine bağlayacaktır. Dolayısıyla yerel yönetimler için dinamik bir süreç oluşturmaktadır.
-Akıllı Kentler sadece, kent hizmetleri ve altyapı için teknolojiye yatırım pazarının bir parçası olmamalıdır. Bir teknoloji girişimi olarak değil, acil ve sorun yaratan zorluklara politik ve ekonomik yaklaşım olarak bakılmalı ve insana odaklanmalıdır.
-Akıllı kent yaklaşımında kentsel ‘YER’ teknolojiden önce düşünülmelidir. Kentler tamamen teknolojik sistemlerle yönetilmemeli, dijital verilerle kent sistemlerine ilişkin sağlanacak yenilikçi ve doğru bilgiler eşliğinde yapılacak planlar doğrultusunda yönetilmelidir.
-Akıllı Kent, insanların sürdürülebilir yerleşmelerde yaşamalarına zemin hazırlamalı ve sürdürülebilirlik temelinde fiziksel etkin bütünleşmeyi dijital ve insana dayalı olarak ele almalıdır. Bu yaklaşım, yapılı çevre elde etmede ve yaşayanlara mutlu ve kapsayıcı bir gelecek sağlamada temel olmalıdır. Çünkü uygulamalarda, akıllı kent yaklaşımının sürdürülebilirliği artırdığı, keza kamu ve özel sektör işbirliğini teşvik ettiği ve katılımcı bir yönetimle sürdürülebilir ekonominin yüksek kalite elde etmesinde ve doğal kaynakların yönetiminde etkin rol oynadığı görülmüştür.
-Akıllı kent, vatandaşların aileleriyle güvenli, mutlu bir yaşam idrak etmelerini sağlamalı, dolayısıyla bireyden başlayan, aile- toplum- kent toplumu ve bölge ölçeğine dek aşağıdan yukarı doğru bir düşünceye odaklanmalıdır. 

-Dolayısıyla ‘katılım’ sağlanmalı ve akıllı kent yaklaşımında ilk günlerden itibaren ‘akıllı alt yapı’, ‘akıllı vatandaş tanımları’ bir araya getirilmelidir.
Görseller:İBB Akıllı Şehirler Kongresi tanıtım sayfaları(1)(2)(3)(4)(5)(6),MSGSÜ MF-ŞBPB 27.Kentsel Tasarım ve Uygulamalar Sempozyum duyuru afişi(7),Prof.Dr.M.Çubuk-İnandığım Şehircilik kitabı içinde,yazıda sözü edilen makale sayfası(8)

7 Mart 2019 Perşembe

DÜŞÜNCE VE GÖRÜŞ PENCEREMDEN SESLENİŞLER-39 : OLD CITY (ESKİ KENT) ÜZERİNE YENİDEN DÜŞÜNCELER.

DÜŞÜNCE VE GÖRÜŞ PENCEREMDEN SESLENİŞLER-39
OLD CITY (ESKİ KENT) ÜZERİNE YENİDEN DÜŞÜNCELER.
Prof. Dr. Mehmet Çubuk 

Bir açıklama

Bu konuyu, facebook sayfamda, Penceremden Seslenişler:(11)-(12)-(13). yazılarımda ele almıştım. Bu kez,Yerel Seçimler arifesinde İktidar Partisinin İ.B.B.Başkan adayı Binali Yıldırım’ın da Eski İstanbul’un Old City olarak tanımlanacağını açıklaması nedeniyle, yedi ay aradan sonra ve birinci kez yapılan vaatte henüz yol alınmamışken,ikinci kez halka old city tanımlama vaadi yapılmıştır. Old City vaatleri örtüştüğünden, konuyu yeniden ele alarak, önceki yazdıklarımı da tamamlayan, bir açıklama yapmayı uygun buldum.
Anımsanacağı gibi,2018 Ağustos ayında Cumhurbaşkanlığı yönetim sistemine geçildiğinde, oluşturulan ilk bakanlar kurulunda görev alan Kültür ve Turizm Bakanı M.Ersoy, ‘İstanbul Eylem Planı Programı’açıklamıştır. Bu program içinde; (Eski ve Yeni İstanbul ayırımının) ve (Eski İstanbul’un yeniden tanımlanmasının yapılacağı) hedef olarak belirtmiş ve tıpkı Prag kentinin merkezi ‘Old City Prag’ ve Kudüs kentinin merkezi ‘Old City Jerusalem’ örneklerinde olduğu gibi ‘Tarihi İstanbul Yarımadası’nın yeniden ele alınıp Old City olarak tanımlanacağını belirtmiştir. Önceki Facebook Penceremden Seslenişler (11)(12)(13) sayfalarımda bu konulardaki görüşlerimi paylaşmıştım.


Kültür ve Turizm Bakanı’nın açıklamalarından yaklaşık yedi ay sonra 31 Mart Yerel Seçimler atmosferinde de, İktidar Partisinin İ.B.Belediye Başkan adayı, katıldığı Türkiye Demokrasi Platformu’nun bir etkinliğinde yerel seçimle ilgili bir soru üzerine, “Yurt dışındaki şehirlerin neredeyse hepsinde (Old City) var ama bizde yok” demiştir.
Kuşkusuz ‘Old City yok’ ifadesi, eski kent olarak Tarihi Yarımada’nın böyle tanımlanmadığı anlamında kullanılmıştır. Binali Yıldırım aynı zamanda, Fatih ilçesini de örnek göstererek, her ilçe için bir ‘kimlik’ planlandığını da vurgulamış, şunları söylemiştir:
“Yurt dışındaki şehirlerin neredeyse hepsinde (old city) var, bizde yok. Fatih ise eski İstanbul gibi. Bizim düşüncemiz ise sur içinin tematik bir yer haline getirilmesi. Araçların giremediği, gürültünün olmadığı, insanların sokakta rahatça dolaşabileceği buram buram tarihin yaşandığı bir yer olsun istiyoruz. Olası depremle ilgili acil yenilenmesi gereken 30 bin bina var. En az ada-mahalle bazında imar planı olacak. Bunu da yapacağız. Trafik akacak, bunu garanti ediyorum”. (9-Şubat–2019 Hürriyet gazetesi-Gündem sayfası-AA-Haber)
Dolayısıyla, bu sayfamda öncekilerde yer almayan bir açıklama yaparak gerek Kültür ve Turizm Bakanı’nın,(Eski ve Yeni İstanbul ayırımı yapması, Eski İstanbul’u yeniden tanımlama arzusu ve gerekse İ.B.B.Başkan adayının Old City olarak önemini ortaya koyduğu ‘Tarihi Yarımada’ değerlendirmeleri üzerinde durmak istiyorum.
Ama önce,”İnandığım Şehircilik” kitabımdan bir alıntıyı paylaşmayı yararlı buluyorum.

Bizde YOK Edildi! 


x x x
“1969 yılında eski tarihi kent dokusunun korunması için İtalya’nın Ortaçağ ve Rönesans mimari örneklerini barındıran BOLOGNA kenti için bir koruma planı yapılmıştır: “Preservation Policies and Reinvention of an Urban İdentity /Koruma Politikaları ve bir kentsel Kimliğin Yeniden Keşfi” adını taşıyan bu plan, Bologna tarihi kent merkezinde (isterseniz Old City diyelim m.ç.) inşaat, yol güzergâhları ve teknolojik alt yapı adaptasyonları için çözümler getirmiştir. Avrupa’da yeni bir “Hareket” yaratan ve yeni bir vizyon ortaya koyan bu hareket, “Recupero Urbano/KENTSEL GERİ KAZANIM” olarak belirmiştir. Mevcut kent dokusu bu uygulamalarda bir bütünlük içinde ele alınmıştır. Böylece kentlilerin de görüşlerinin dikkate alındığı bir felsefe oluşmuştur. Bu felsefeye göre kentte korunacak tarihi merkez ve çevre mahalleler, bütünlük içindeki ilişkilere dayalı bir sistem olarak kabul edilmiştir. Kent merkezinde,’KENTSEL GERİ KAZANIM’ eylemi, kent merkezlerin yeniden kullanımında ‘ANLAM/Sens’ korunması sorunlarını ortaya çıkartmıştır. Bu ‘Hareket’, kimlikleri korunması gereken kentler ve mekânlar arasındaki ilişkilere önem kazandırmıştır. Aslında, bir kentsel tasarım karakteristiği sunan Bologna örneği, kent üzerine ortak ve bütüne ait bir düşünceyi yönlendirmiştir. Bu uygulamalar, kültürel proje birleşmesi-buluşmasını ve keza eylemlerin hedefi olarak da, adalet ilkesini korumak ve sosyal karışımı garanti etmek olmuştur. Çeşitli ölçeklerde hem sosyal dokuyu, hem de kentsel dokuyu dikkate alarak kenti bir bütün olarak düşünmek, kentsel kalite yaratmak, kentsel peyzaj eksiklerinin ya da uyumsuzluklarını gidermek için ‘Mahalle Konseyleri’ kurulmuştur. Bu konseyler aracılığıyla yeniden düzenleme adına planlama tercihlerine halkın katılımının sağlanması denenmiştir.
1970’li yıllarda bu ‘Hareket’ bağlamında Fransa’da yasa ile “Plan de Récupération/Kentsel Geri Kazanım ya da Dönüşüm Planı” kavramı getirilmiştir”(Prof.Dr. Mehmet Çubuk-İnandığım Şehircilik-Cinius Yayını-sayfa:376)


x x x
Yukarıda bir kitabımdan yaptığım bu alıntı metin, bir yerleşmede, geçmişin izleri ve özelliklerinin korunmasında ve kent kimliğinin yeniden keşfedilmesinde-değere konmasında, kentsel dokuda nasıl bir GERİ KAZANIM POLİTİKASI uygulanabileceğini göstermektedir. Ayrıca, yukarıda söz edilen İ.B.B.Başkan adayı Binali Yıldırım’a gazetecilerin sorduğu; Prof.Dr. İlber Oltaylı’nın, ‘Sur içinde sonradan yapılan binaların yıkılması gerek. Hepsi temizlenmeli’ ifadesinde mündemiç (içinde gizli) bir ‘KORUMACI ŞEHİRCİLİK’ yaklaşımını da örneklemek için verilmiştir. M.Ç.

TARİHİ YARIMADA BİR SİT ALANIDIR
Bir kentte yerleşme bütününde “Eski-Yeni” nitelemesi nedir? Öncelikle buna bakmak gerekmektedir. Eski Kent (Old City-Ancien ville) önceki dönemlerin yerleşme özellikleri henüz kaybolmamış, tam bozulmamış-adeta zamana karşı koymuş- ve tarihsel bağlamda şehircilik-mimari özellikleri ve kültür mirası oluşturan yapısal varlıkları korunarak günümüz yaşamına adapte olmuş, kent bütünü içinde bir yerleşme alanıdır.
Kentin planlanmasında özellikle eski yerleşmeler, nitelikleriyle koruma altına alınır ve taşıdığı özellikler nedeniyle Eski Kent, aynı zamanda bir “Tarihi Sit Alanı” olarak belirlenir ve değerlendirilir. Yeni kent de, bu eski yerleşme dokusunun etrafında gelişir.
İstanbul’un kent bütünü içinde ‘Eski Kent/Eski İstanbul” ise; Türklerin İstanbul’u fethi ile başlayan yerleşme öncesi Sarayburnu bölgesinde Bizans olarak kurulan ( Bugün Topkapı Sarayının bulunduğu bölge) ve zaman içindeki gelişmesiyle biri birini izleyerek art arda yapılan 5 adet sur duvarları sisteminin sonuncusu ile sınırlanan (bugünkü Topkapı surları) TARİHİ YARIMADA dır.


Bizans’tan günümüze uzanan tarihi gelişme sürecinde, hoyratça, bilinçsiz şekilde yapılan müdahalelerle gereği gibi korunamamış olan TARİHİ YARIMADA, günümüzde şaşırtıcı ve hüzün veren bir yapıya bürünmüştür. Cumhuriyetin kuruluşundan sonra Atatürk’ün daveti ile Türkiye’ye gelen ve çok uzun süre kentte planlamalar hazırlayan Fransız şehircilik uzmanı Henri Prost, Yarımada içinde de 42 rakım eğrisini temel alarak, bu kot üzerinde yapı yüksekliklerini sınırlayıp var olan tarihi yapıların yüksekliklerini geçmemesi koşulları getirmiş, ama bu koşullar gereği gibi uygulanamamıştır. Akıp giden zaman içinde TARİHİ YARIMADA rantsal yapılanma ve çarpık turizm gelişmesine esir yenik düşmüştür.
Aslında TARİHİ YARIMADA ile ilgili çok zengin bir kaynak oluşturan nice bilimsel inceleme/ araştırma/proje önermeleri olmuş ve planlama kararları alınmıştır. Ama bunlardan da yeteri şekilde yararlanılamamıştır. Siyasi güç ve çalışmalarla ortaya konan bilimsel irade hiçbir zaman gereken biçimde oluşamamıştır. Menderes’in İstanbul’da gerçekleştirdiği imar hareketinin neden olduğu nice tarihi ve kültürel mirasımızın kaybı buna örnektir. Günümüzde ise, siyasi güce dayalı bir şehirciliğe de tanık olunmaktadır.
TARİHİ YARIMADA nın korunmasında ana sorun kanımca, üç ayrı yönetim birimine(Eminönü- Eyüp-Fatih) bölünmüş olmasıdır. Biri birinden bağımsız ilçe belediyelerinin sorumluluk alanlarına Şehircilik kararları ve uygulamaları, bütüncül yaklaşımdan uzak gerçekleştirilmektedir. Oysa TARİHİ YARIMADA bütününde tek bir ‘Kentsel Geliştirme ve İmar Otoritesi)bulunması doğru olacaktır. İşte Kültür ve Turizm Bakanı’nın tanımlamak istediği “Eski İstanbul” kuşkusuz burasıdır. Büyükşehir belediye başkan adayı Binali Yıldırım’ın buram buram tarih yaşandığını söylediği, az ada-mahalle bazında imar planı olacak dediği yer de burasıdır.
Ama zaten Yarımadanın tanımı “Eski İstanbul” değil midir? 


İstanbul dünyada eşi az bulunan bir coğrafyaya sahiptir. 8.000 yıllık geçmişten kalan izlerin ortaya çıktığı bu kentte, önceki uygarlık katmanlarının inanılmaz birikimi olan kültür ve tabiat varlıklarının kaybı, siyasi gücün etki ve kararlarıyla günümüzde de devam etmektedir.
İstanbul coğrafyasında tarihi ve doğal sit özellikli ve peyzaj yüklü çok önemli üç yer bulunmaktadır. TARİHİ YARIMADA bu yerlerden birisidir.Diğerleri BOĞAZİÇİ ve HALİÇ tir. Bu özellikli sitler fizik ve peyzaj olarak biri birini etkilemekte ve tamamlamaktadır. Bu yerlerdeki kültür mirası olarak yapısal ve doğal varlıklar hala kurtarılmayı-kollanmayı ve değere konmayı beklemektedir. Bunlardan BOĞAZİÇİ, dünyada benzersiz olan bir suyoludur ve çevresi alanları ile birlikte 1983 yılında özel (Boğaziçi Kanunu) yapılarak koruma altına alınmıştır. Ne yazık ki daha sonra, bu kanunun var oluş nedeni maddeler ve bazı diğer önemlileri, başka yeni yapılan kanunlarla eklenen maddelerle değiştirilmiş, etkisizleştirilmiştir. Bakanlığın çıkartmayı düşündüğü “İSTANBUL KORUMA KANUNU” nasıl olacaktır bilinmiyor ama ülkemizde, ilk özel mekana ilişkin kanun olan ve maalesef spekülatif müdahalelerle siyasi manevralarla zaman içinde adeta yok edilen, Boğaziçi Kanunu mutlak yeniden ele alınıp güncellenmelidir. HALİÇ ise bir su uzantısı olup, Prost planı ile getirilmiş sanayi yerleşmelerinin çıkartılması ve su kirliliğinin giderilmesi çabalarıyla 1985 den bu yana su kirliği giderilmiş olarak, yeni işlevlerle buluşturulmaya çalışılmaktadır.
Dolayısıyla “Eski İstanbul/OLd City” denildiğinde, tarihsel bağlamda, bu üç sit özellikli tarihi yerler anlaşılmalıdır. Esas olarak, bu bütünleşik sitler korunmalıdır. 


TARİHİ YARIMADA+BOĞAZ SUYOLU+HALİÇ SU UZANTISI,
BÜTÜNLEŞİK SİT ALANLARIDIR

1980’li yıllarda beri ısrarla savunduğum ve 1985-89 yılları arasında Kültür ve Tabiat Varlıkları Yüksek Kurul Üyesi olduğum dönemde, bu üç coğrafya parçasının ‘Bütünleşik Sitler’ olarak tescilini önermiştim. Ancak Bakanlığın Kurullara çalışma ortamı hazırlayan Genel Müdürlüğünün politik endişeler sergilemesi sonucu önerim kabul görmemiştir. Bugün hala üç coğrafi bölgenin “BÜTÜNLEŞİK SİT ALANLARI “ ilan edilmesini ve bir “BÜTÜNLEŞİK SİT ALANLARI PLANLAMA ve İMAR OTORİTESİ” kurulmasını doğru buluyorum. Bu oluşum, BÜTÜNLEŞİK SİTLER ŞEHİRCİLİK OTORİTESİ olarak da tanımlanabilir. Bütünleşik sitler için genel koruma-kollama ve değerlendirmeye ilişkin “stratejik kararları” oluşturularak üç bölge için ayrı ayrı koruma planları yapılabilir ve her bir sit bölgesinde de “PLANLAMA ve UYGULAMA BİRİMİ” oluşturulabilir. Böylece, aynı zamanda kaybedilen değerler için de ‘GERİ KAZANIM ’ sağlayan yaklaşım ve politikaları eşliğinde “BÜTÜNLEŞİK SİT ALANLARI ŞEHİRCİLİĞİ” yaratılarak uygulanabilir. Bu şehircilik yaklaşımı, koruyucu-savunucu esasları içermeli ve bu alanlardaki ‘kimlikler’ yeniden keşfedilmelidir. Sit Alanları arasındaki ilişkiler ve üst denetim de “BÜTÜNLEŞİK SİTLER PLANLAMA OTORİTESİ” tarafından sağlanmalıdır.
Kuşkusuz İstanbul kent bütününde sadece ‘bütünleşik sit alanları’ değil, Kadıköy, Bakırköy, Beşiktaş ve diğer ilçelerin her birinde var olan eski kent merkezi nitelikli alanlar da (old city) olarak değerlendirilmelidir.
Özetle,İktidarın TARİHİ YARIMADA’NIN ‘OLD CİTY’ tanımı, bu çerçevede yerini bulmalıdır.
İSTANBUL 1780

İSTANBUL KORUMA KANUNU,
BİR KORUMA ATLASI OLMALIDIR

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın niyetlendiği “İSTANBUL KORUMA KANUNU” kanımca önemlidir. Gerçekten 8000 yıllık geçmişe sahip İstanbul kent bütününde korunması gereken kültür mirasının dini- sivil yapılar, yapılar bütünü oluşturan alanlar, arkeolojik alanlar, geçmişin öyküsünü ortaya koyan yaşam izleri, folklorik değerler gibi çok hassas saptama ve incelemelere dayalı bir koruma atlası oluşturmalıdır. Bu atlasta korunası değerler için rehber nitelikli ilkeler belirlenmelidir. Özellikle, İstanbul kent bütününde Cumhuriyet döneminde alınan koruma ve kollamaya ilişkin tüm kararlar gözden geçirilerek, yeniden değerlendirilerek ülkedeki ve dünyadaki çok özel konumu ile “ İstanbul için ‘ Sürdürülebilir ve korumacı bir Şehircilik Yaklaşımı” ortaya konmasına yol açmalıdır.

DÜŞÜNCE VE GÖRÜŞ PENCEREMDEN SESLENİŞLER-40 : İKONİK UCUBE MİMARİ ÖRNEĞİ


İKONİK UCUBE MİMARİ ÖRNEĞİ
Prof. Dr. Mehmet Çubuk 



Gazetelere yansıyan aşağıdaki bir binanın resimleri, zihinleri altüst edecek bir doküman. 
Bir dünya kenti olarak görülen İstanbul metropolünün orta yerinde bir büyük ilçede bulunuyor. İçinde yaşanıyor.





Bu büyük ilçede Belediye örgütlenmesinde İmar ve Şehircilik birimleri varken, bir arsada yapılacak binanın projesinin mimar tarafından hazırlanıp, bu birimler tarafından onaylanması gerekirken, onanan projenin uygulamasında önce yapı ruhsatı, temel üstü ruhsatı ve en sonunda iskân ruhsatı alınması gerekirken,2000’li yıllardan itibaren yapı denetim sistemi varken, üstündeki katlar sonradan eklenmiş ve üstelik DASK(doğal Afet Sigortaları Kurumu) Zorunlu Deprem sigortası (nasıl) yapılabilmiş olan bu İKONİK UCUBE MİMARİ ESER nasıl gerçeklenmiş, fark edilmemiştir. 



Anlaşılması çok zor bir durum. Şehircilik, mimarlık, mühendislik eğitimi veren fakültelerde ibret olarak gösterilecek bir yapı maskarası bu bina insana (hele meslekten olanlara)büyük acı veriyor doğrusu.

Mevcut, yapı inşa etme kurallarını yönlendiren İMAR KANUNU ile ancak İMARCILIK OYUNU oynanacağını, gerçek anlamda şehircilik yapılamayacağını artık anlamamız ve bir an önce şehircilik kuralları ve imar kurallarını belirleyecek bir ŞEHİRCİLİK ÇERÇEVE YASASI yapılmasının zamanı gelmedi mi?

DÜŞÜNCE VE GÖRÜŞ PENCEREMDEN SESLENİŞLER-41 : KÖYLÜLER HAYVAN ATIKLARINDAN ENERJİ SAĞLAYACAK

KÖYLÜLER HAYVAN ATIKLARINDAN ENERJİ SAĞLAYACAK

Prof. Dr. Mehmet Çubuk


22-Şubat-2019 tarihli bir gazete haberinde “Köylülere gazı hayvanlar verecek” başlıklı yazıda, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı ‘…Köylerde mini biyogaz reaktörleri için çalışıyoruz. Yani kendi gazını kendi üretecek bir AR-GE çalışmasını başlattık. Hayvansal atıklardan, yani diyelim ki ahırında 3-5 hayvan var, atığını o reaktöre koyacak ve gazını üreterek. Pişirme, sıcak su ve ısıtmada kullanacak. Bir aya kadar da ilk tanıtımını yapabiliriz.’’… 

‘Maliyetini vadeli yapacağız. Kombi montajı gibi bir şey. Şu anda devletin Kurumu TEMSAN’ı çalıştırıyoruz.’… ‘Bu projede elektrik üretilmeyecek. Bakanlık sadece köyde yaşayanlar evin pişirme ve ısınma ihtiyacını karşılasın istiyor.’

Görseller (1)(2) Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı beyanı gazete kupürleri










BİR ANI-HAYVANSAL ATIKLARIN ENERJİYE DÖNÜŞÜMÜ DENEMESİ 
Bu haber beni 40 yıl öncesine götürdü.1980’li yıllarda Köy İşleri ve Kooperatifler Bakanlığı bünyesinde düzenlenen bir Kooperatifler Toplantısına, Üniversite adına katılmış ve Toplantı programında yer alan Bakanlık Deneme İstasyonlarından birisinde topluca inceleme yapmıştık. ‘İnandığım Şehircilik’ kitabımda da anlatılan, Ankara’da Eskişehir yolu üzerindeki bu istasyonda, kırsal bölgeler için hayvan dışkılarından biyogaz elde etmek amacıyla kurulan düzeni izlemiştik. 

Mutfakta kullanılan kokusuz ve zehirlemeyen gaz yakıtın, aynı zamanda elektrik enerjisine dönüşümünü deneme amaçlı aydınlatma sisteminde görmüş ve arta kalan küspenin de organik gübre olarak üretilen mantarlarda kullanımına tanık olmuştuk. Bu deneme mantarlarından, üretilen gazda pişirilen omletten de tatmıştık. Bir kocabaş ya da küçükbaş hayvan veya tavuk güvercin gibi kanatlıların dışkılarının birikiminden, basit sistemde bir tank ile metan gazı üretimini görmüştük. Böyle bir tesis maliyetinin köylünün ödeme gücü içinde kaldığı ve kredi olanağı bulunduğu da anlatılmıştı.

Görseller 
(3)(4) İnandığım Şehircilik Kitabından alıntı yapılan makale-görsel 




(Modern Kırsal Toplum yaratılması ve Kırsal Kentleşme-Prof.Dr. M.Çubuk-Makale-İnandığım Şehircilik-Cinius yayını-S:217)








HAYVANSAL ATIKLARIN ENERJİYE DÖNÜŞÜM DENEMELERİ VE SONUÇLARI

(5)Şanlı Urfa'da bir girişimci, bir köy evi için geliştirdiği,hayvansal atığı 

enerjiye dönüşüm cihazı ile

1957 yılında Toprak Su Araştırma Enstitüsü’nde başlayan 1960 yılında DPT tarafından önerilen ve Devlet Üretme Çiftliklerinde bu anlamda Pilot Tesisler yapılmıştır. Sonraki yıllarda Tarım Bakanlığı’na bağlı kurulan ve 1963’ten itibaren sekiz adet Deneme İstasyonunda biyogaz tesisi kurulmuş,(yukarıda anlattığım denmeyi, bu istasyonlardan birinde izlemiş olabilirim) ancak elemansızlık ve ilgisizlik nedeniyle çalışmalar durmuş,1980 de yine DPT’nin öncülüğünde yeniden başlatılmıştır. Böylece Muş’ta 35. M3 lük tesis kurulmuştur. 1982 yılında da, Toprak Su Araştırma Enstitüsü tarafından, devletin sağladığı kredilerle çeşitli hacimlerde 1000 civarında biyogaz tesisi kurulmuştur. 

2010 yılına gelindiğinde, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile Almanya Çevre, Doğa koruma ve Nükleer Güvenlik Bakanlığı arasında yapılan bir sözleşmeye göre,1200 baş hayvan yetiştirilen bir tesiste, biyogaz üretimi ile tesisin tüm enerji gereksiniminin karşılanacağı belirtilmiştir. Bugün ülkede büyük hacimlerde on adet civarında biyogaz tesisi olduğu yazılı kaynaklardan öğrenilmiştir.

Bu konuda üniversitelerimizde de ciddi çalışmalar yapıldığı görülmektedir.2016 yılında doktora çalışmasını bu konuda yapan bir girişimci, Şanlı Urfa’da hayvansal atıkları enerji kaynağına dönüştürecek bir biyogaz ve organik gübre üretimi elde ettiği basına da yansımıştır. Sonuç olarak;
1950’li yılların sonlarında bu konuda başlayan çalışmalar, geçmiş dönemlerde tarımsal kamusal yönetimle ilgili bakanlıklar tarafından ele alınmışken, gazete haberinden bu kez önceki dönemlerden farklı olarak Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın konuyu ele aldığı ve AR-GE çalışmaları yaptığı anlaşılmaktadır. Köylülerin bireysel çabaları yerine, köy genelinde Bakanlığın hazırlayacağı mini biyogaz reaktörüne hayvan dışkıları taşınarak, köyde ortak gaz üretimine katkıda bulunacakları ve bu katılımla, köy yaşamında ısınma ve pişirme için gereken enerjiyi paylaşacakları anlaşılmaktadır, ama nasıl olacağı henüz belirtilmemiştir.

40 yıl önce, sadece belirli sayıda hayvana sahip bir köy evi için düşünülen sistem dışında bugün, diğer alternatif enerjiler elde edilmesi için kırsal kesimde de uygulamalar bulunmaktadır.
Keşke köylüler, hayvansal atıkların kullanılacağı biyogaz reaktörlerinden elde edilecek enerjiden aydınlatma için de yararlanabilseler. Tıpkı, gruplaşmış köylerin katı atıklarının bir merkezde toplanması ve değerlendirilmesinde olduğu gibi. Hatta köy gruplarının katı atıklar da enerjiye dönüştürülebilse. Bu tür girişimler kuşkusuz, ‘SÜRDÜRÜLEBİLİR KIRSAL GELİŞME ŞEHİRCİLİĞİ’ne katkı yapacaktır. Bu bakımdan, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın köysel ölçekte biyogaz üretimi büyük önem taşımaktadır. Umarım bu girişim de, öncekiler gibi deneme safhasında kalmaz.

Resimler:Görseller (1)(2) Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı beyanı gazete kupürleri-
Görseller 
(3)(4) İnandığım Şehircilik Kitabından alıntı yapılan makale-görsel (5)Şanlı Urfa'da bir girişimci, bir köy evi için geliştirdiği,hayvansal atığı enerjiye dönüşüm cihazı ile